Rapunzel Masalı
Çok eski zamanlarda ülkenin birinde çocuğu olmayan bir karı koca yaşıyormuş. Çocukları olmasını o kadar istiyorlarmış ki her akşam uyumadan bebek hayalleri kuruyorlarmış. Gel zaman git zaman kadın hayallerinin gerçek olduğunu fark etmiş. Çok sevinmiş ve hemen kocasına bebekleri olacağını söylemiş. İkisi de sevinçten havalara uçmuşlar.
Günler sonra kadın pencereden dışarıya bakarken yan evin bahçesindeki çiçekleri ve sebzelere bakarken gözleri altın renginde ışık saçan bir marula takılmış. Marul diğerlerinden çok farklıymış, insanı büyüleyecek derecede güzelmiş. Kadın uyuyor uyanıyor sürekli o altın rengindeki marulu düşünüyormuş. Yemek yerken bile aklı o maruldaymış. Yediği yemeklerden tat alamıyor ışıldayan o marulu yemek istiyormuş. Adam eşinin durumunu gördükçe üzüntüye düşmüş. “Neden yemek yemiyorsun?” diye sormuş karısına. Kadın da “komşunun bahçesinde altın renginde ışık saçan bir marul var, o marulu yemek istiyorum” demiş.
Adam karısının derdine çare olmak için bir gece vakti herkesin uykuda olduğu sırada yan bahçeye koşmuş. Marulu bulmuş ve yapraklarından biraz koparmış. Büyük bir hevesle karısına getirmiş kopardığı yaprakları. Kadın maruldan kopartılan yaprakları görünce ayakları yerden kesilmiş. Büyük bir iştahla hepsini yemiş.
Gece marulu yemenin mutluluğuyla uyuyan kadın sabah olup uyandığında yine o ışık saçan marulu düşünmeye başlamış. Kocasına yine yapraklardan kopartıp gelmesini söylemiş. Ama gel gör ki bu sefer onları kötü bir sürpriz bekliyormuş. Marulundan yaprak koparıldığını fark eden cadı adamın karşısına çıkmış. Bahçesine izinsiz girip marullarını çaldığı için adama çok kızmış. “Onlar benim marullarım hem de çok özeller sen nasıl onlardan kopartırsın. Sana gününü göstereceğim” diyerek adama bağırmış. Korkudan adamın dizleri titremiş. Ne yapsam da kendimi affettirsem diye düşünürken cadının eşinin hamile olduğunu duyunca insafa geleceğini düşünerek, “Karımla biz bebek bekliyoruz, sizin marulunuzu gördükten sonra başka bir şey yemek istemedi. Yemekten içmekten kesildi. Ben sadece karım için kopardım.” demiş.
Cadı bunu duyunca yüzünde bir gülümseme belirmiş. “Tamam, marullarımdan istediğin kadar götür karına. Sizi affediyorum” demiş. Adam da çok sevinmiş, hem affedildiğini düşünmüş hem de karısının marulları istediği kadar yiyebileceğini düşündüğü için içini bir rahatlık kaplamış. Tam o sırada “Ama tek bir şartla; bebeğiniz olunca çocuğu doğar doğmaz bana vereceksiniz.” demiş cadı. Adamın sevinci kursağında kalmış ama ne yapsın kabul etmiş.
Günler günleri kovalamış ve doğum vakti gelmiş çatmış. Kadın kız bebek doğurmuş. Cadı bunu duyar duymaz gelmiş, bebeği anne ve babasından alarak kendi evine götürmüş. Kızın adını, ışık saçan marulun ismi olan Rapunzel koymuş.
Cadı Rapunzel’e çok güzel bakıyormuş. O’nu en iyi sebzelerle besliyormuş. Tamı tamına on iki yıl geçmiş ve Rapunzel çok alımlı bir prenses olmuş. Adeta ışıldıyor, etrafına güzelliğini yansıtıyormuş. Rapunzel’in bu güzelliğini ve ışıltısını gören cadı O’nu saklamaya karar vermiş.
Kimsenin bilmediği bir yerde merdiveni, kapısı olmayan upuzun bir kule yaptırmış. Rapunzel’i oraya götürmüş ve kapatmış. Burada yapacak hiçbir şeyi olmayan Rapunzel bütün gün saçlarını bir örer bir açarmış. Cadı kuleye gitmek istediğinde kulenin altından seslenir ve Rapunzel’in saçlarını sarkıtmasını istermiş. Rapunzel altın gibi parlayan sapsarı, örgülü saçlarını sarkıtır; cadının tırmanmasını sağlarmış.
Aradan yıllar geçmiş, bir gün ülkenin prensi ormanlık alanda gezerken ninni gibi bir ses duymuş. Uzaklardan yumuşacık çok güzel bir ses geliyormuş. Prens o kadar etkilenmiş ki sesin sahibini bulmak için yürümeye başlamış. Yürümüş yürümüş ve kapısı, merdiveni olmayan kulenin önünde bulmuş kendini. Çok şaşırmış prens, buraya nasıl girer insan diye düşünüp durmuş.
Prens sarayına dönmüş ama aklı o kapısı olmayan kuledeki sesteymiş. Ertesi gün tekrar gitmiş, bakmış bakmış bir çıkış yolu olmadığını anlayıp geri dönmüş. Sonra tekrar gelmiş, ertesi gün tekrar ve prens her gün kuleye gelir olmuş. Yine kuleye geldiği bir vakitte birisinin ayak seslerini duymuş. Ne olduğunu anlamak için bir ağacın arkasına gizlenmiş. Birde ne görsün cadı kulenin altından sesleniyormuş “Rapunzel, o altın ışığı rengindeki saçlarını uzat bana” diye. Rapunzel saçlarını uzatınca da örgülerine tırmanarak kuleye çıktığını görmüş.
Sonraki gün prens akşam vakti yine gelmiş kuleye. Aynı cadının seslendiği gibi seslenmiş, “Rapunzel, o altın ışığı rengindeki saçlarını uzat bana.” Rapunzel upuzun örülü saçlarını sarkıtmış aşağıya. Prens de aynı cadı gibi örgülere tırmanarak Rapunzel’in yanına çıkmış.
Rapunzel cadıyı beklerken prensi görünce çok şaşırmış bir o kadarda korkmuş. Cadının, başka biriyle konuştuğunu duyarsa ne kadar kızacağını biliyormuş çünkü. Rapunzel’in korkusunu farkeden prens “Evlen benimle” demiş. Rapunzel ne diyeceğini bilememiş ama içini bir mutluluk kaplamış. Prensin onu koruyacağını düşünmüş ve “Evlenelim” demiş prense.
Cadı gelmeden kaçalım demiş prens ve o anda aklına ikisinin birden inemeyeceği gelmiş. Rapunzel hemen aklındakini anlatmış prense. “Her gün yanıma gel, gelirkende yanında örgü için bir yumak getir ben de onları örüp merdiven yapayım” demiş.
Prens her gün geliyormuş, her geldiğinde de bir yumak getiriyormuş Rapunzel’e. Aylar geçmiş, örülen merdivenin boyu kulenin boyuna yaklaşmış, kaçmaları için çok az zaman kalmış. Ama bir gün cadı kuleye geldiğinde, Rapunzel ağzından kaçırıvermiş prensi. “Sen ne kadarda ağır ağır tırmanıyorsun, halbuki prens bir solukta çıkıyor örgülerimden” demiş.
Cadı çok sinirlenmiş, gözlerinden alevler çıkıyormuş. Makası aldığı gibi Rapunzel’in saçlarını kesivermiş. “Seni buradan gönderiyorum, kimsenin bilmediği ıssız bir diyarda yaşayacaksın bundan sonra” diyerek bağırmış.
Hiçbir şeyden haberi olmayan prens hava kararınca kulenin altına gelip Rapunzel’e seslenmiş. Cadı prensin sesini duyunca Rapunzel’in kestiği saçlarını aşağıya uzatmış. Prens yine bir solukta çıkmış kuleye. Rapunzel yerine karşısında cadıyı görünce şaşkınlığından donup kalmış. Prensin şaşkınlığından faydalanan cadı onu kuleden aşağıya itmiş. Prens yerdeki yabani dikenlerin üstüne düşmüş ve gözlerine batan dikenler prensi kör etmiş.
İki gözü de görmeyen prens yürümeye başlamış. Rapunzel’i aramak için yola düşmüş. Günlerce, aylarca, yıllarca yürümüş. Rapunzel’in sesini duymayı beklemiş hep. Bir gün uzaktan o yıllar önceki ninniyi duymuş. Hayal olduğunu sanmış en başta, sese doğru hızlıca yürümeye başlamış. “Rapunzel” diye bağırmış. Rapunzel prensi görmüş ve ona doğru koşmuş. Birbirlerine sarılmışlar, Rapunzel mutluluktan ağlıyormuş. Ayrıca Rapunzel’in gözyaşı damlaları prensin gözüne akmış. O anda bir mucize gerçekleşmiş, prens görmeye başlamış.
Prens Rapunzel’i alıp sarayına götürmüş ve sonsuza dek beraber mutlu yaşamışlar.